ÇAĞLAYANCERİT CEVİZİ DÜNYADA 1 NUMARA
-----------

KÜLTÜR

           FOLKLOR VE MADDİ KÜLTÜR

Çağlayancerit, kendine özgü zengin bir folklora, maddi kültür öğelerine sahiptir. Geçmişten günümüze taşınan zengin kültürel dokular bulunmaktadır.Çağlayancerit’li annelerin, genç kızların dokudukları halılar, çullar, zahire koymaya yarayan çuvallar(artmaklar), giyilen abalar ve kebeler, şalvarlar, rengarenk nakışlı azık torbaları, heybeler ve bunların üzerine işlenen ve bir çok adla anılan nakışlar maddi kültür varlıklarımız arasında sayılır.Çuvallardaki nakışlardan bazıları; delmenek, kuzu gözü, itizi, kıvrım, beli ince, soolcan, gelin eli, söğüt dalı. Çullarda ise budak, kuş gözü adı verilen nakışlar kullanılırdı.Bir himmet sahibi çıkıp da bunları tespit etmezse bu kültürel değerlerimiz makine ürünleri karşısında bir bir yok olup gidecektir.

Eski hanımlar zubun giyerlerdi. Üç parçalı bu zubunlara nakış yapılır.Alaca, sitari (çizgili kumaş), kutnu giyilirdi. İhtiyar kadınlar fes bağlar (baş), zülüflerinin üstüne ikişer tane düğme (boncuk), saç örgülerine gümüş gazi takarlardı. Zülüfler yandan dışarı çıkardı. Gümüş bilezik takarlar, 2.5 kuruş delikli paradan alınlarına düzerlerdi. Bunu sadece yaşlılar değil gelinler de yapardı. Basa kefiye, kefiyenin altına bone bağlanırdı. Kefiye sırmalı olurdu. İp kuşaklar kuşanılırdı. Erkekler islemeli ibrişimden islemeli köynek, aba (gömlek), ibrişimden işlemeli tuman giyerlerdi. Şalvarlarının ayak ucuna cırcır (fermuar) dikerlerdi, Terlik dikerler, terliğe vezir iğnesi çekerlerdi, inne otu çekerlerdi. Erkekler eskiden başlarına fes ve tellik (takke) giyerlerdi. Takkeler yünden yapılırdı. Pek başı açık gezilmezdi. Şapka kanunu ile erkekler şapka giymeye başladılar. Genellikle kasket tabir edilen şapkalar giyilirdi. Kadınlar yünden ve kıldan  kirmen denilen ağaçtan yapılmış ağaçtan yapılmış elle döndürülen basit bir aletle ip eğeririlerdi. Bu kaba iplerden yün çorap, kıl çul, aba, heybe gibi şeyler yaparlardı. Birde Çıkrık denilen kasnaklı ve kolla döndürülen ahşap bir aletle ipleri yumak yaparlardı. Çok basit manüel çalışan halı, kilim tezgahlarıda vardı.

Bebeklere ağaçtan beşikler yapılırdı. Anneler bu beşiklerde ninniler söylerek çocuklarını uyuturlardı. Beşiğin üstüne belek denilen ince bezden bağlar bağlanırdı.Beşikler aynalı olurdu.Çocukların altına Höllük denilen toprak konurdu. Çocuklar çişlerini bu toprağa yaparlardı. Çocukların başına tellik (takke) denilen bir şapka dikilirdi renk renk bezleden. Bu takkeler çene altından bağlanırdı.

Eledim eledim
Höllük eledim
Aynalı beşikte
Bebek beledim

Çok eskiden ayaklara ham deriden çarık giyilirmiş. Daha sonraki zamanlarda kara katrandan lastik ayakkabılar giyilmeye başlanmış.Yemeniden bahsetmeden olmaz. Köşkerlerin imal ettiği, Maraş yöresine özgü bu ayakkabı çeşidi yarma deriden; altı ise araba laktiğinden yapılır. Çevre şartlarına dayanıklı, oldukça sağlam bir ayakkabı çeşididir.İlçede Kunduracı ustaları vardı. Sıfırdan deri ve topuklu ayakkabı imal ederlerdi.

Çağlayancerit motorlu taşıtlarla tanışmadan önce at, katır, eşek gibi hayvanlardan yük ve binek olarak faydalanırlardı. Tarla ve bahçeler karasabanla öküzler veya atlar kullanılarak sürülürdü. Çift sürmede  saban, boyunduruk ve meses gibi meteryaller kullanılırdı. Binek hayvanlarına semer, palan, yular gibi gerekli malzemeleri semerciler yapardı. Birde bu hayvanlara nal çakan nalbantlar vardı.

Çağlayancerit’te eskiden düğünler çok farklı bir gelenek ve kültüre sahipti. Çok doğal ve abartısız bir süreç işlerdi. Genellikle damların başında düğünler kurulurdu. Düğünlerde çalgı olarak, davul, zurna ve def çalınırdı. Damların başında halaylar çekilir oyunlar oynanırdı. Düğünlerde, güreş, tura gibi yiğitlik göstergesi oyunlar oynanırdı.Köyün yiğit delikenlıları yenilmez bir güreş tutarlardı. Tura oyunu kıl ipten, kendir ipinden biraz kalın olarak örülür ve ucu düğümlenirdi. Bu oyuna iki kişi çıkardı. Davul zurna eşliğinde çıplak sırta bu iple en güçlüsünden belli turlarla vurulurdu. Zıplanır ve koşar adımlarla bir turda biri, diğer turda diğer kişi vururdu. Taraflardan biri pes edinceye kadar bu şekilde devam ederdi. Bu oyunları oynamak gerçekten yürek isterdi. Dam başındaki düğünlere erkekler eşlik ederdi ve gündüz olurdu. Geceleri kadınlar kendi aralarında gaz lambası eşliğinde evin içerisinde oyunlar oynarlardı. Kadınlar arasına asla erkek giremezdi. Çalgıcılarda kadınların görünmeyeceği yerde çalgı çalarlardı. Def çalan kadınlar olursa erkek çalgıcı alınmazdı. Düğünler 3 ila 7 gün sürerdi. Gelin herdem denilen çeşitli renklerde eşarplarla ve tüllerle başdan ayağa süsülenirdi Gelin almaya gidilirken dolma tüfek sıkılırdı. Gelin ata bindirilerek alınırdı. Gelin evden çıkmadan önce kapı kilitlenir ve hediye istenirdi. Bu genellikle para olurdu. Gelin ilahiler eşliğinde oğlan evine vardığında hemen attan indirilmezdi. Hediye istenirdi. Bu hediyeler genellikle keçi, koyun, ceviz ağacı, bağ falan olurdu. Gelin evin merdiveninden çıkarken başından şeker ve buğday atılırdı. Geçimleri tatlı, rızıkları bol olsun diye. Ayrıca gelinin kucağına erkek bebek oturtulurdu ki çocukları erkek olsun diye.Düğünden sonra sofralar kurulur yemekler yenir ve ardından kuran okunarak tören sona ererdi. Düğünden bir gün sonra döşek görmeye gidilirdi. Bir hafta sonrada yol açma denilen oğlan evi kız evine giderdi. Burada Lorke Ahmet lakabıyla anılan zurnacımız ve Kör Yusuf lakablı davulcumuzdan bahsetmeden geçemeyiz. Günümüzde bu geleneklerin bir çoğu tek edilmiş durumdadır.Orkestralar eşliğinde ve açık meydanlarda yapılan günümüz düğünleri tek tip ve sıkıcı bir hal almıştır. Kadınlı erkekli karışık oynanan oyunlar genellikle aynıdır.

Çağlayancerit’te yiyecek kültürü olarak çeşitli yemekler vardır. En bariz ve ayrıcalıklı olanı tarhana ve hammaddesi ceviz-üzüm olan şire geleneğidir.Eskiden Tarhana yapamayanı çok yoksul olarak sayarlar ve o aileye acınırdı. Tarhana yine bildiğimiz dövme ve katığı ayran olan hammaddelerden yapılırdı. Burada farklı olan ayranıdır. Şimdilerde aşa sade yoğurt karıştırılırken eskiden yannık dediğimiz deri tulumların içerisine yayılmış ayran doldurulur ve 2-3 aylık bir biriktirme ile süzme halini alan ayran çok ekşitilirdi. Ama lezzette çok farklı olurdu. Tarhana çiğlere değil, kavak ve kamalak dalına serilirdi. Sıkma diye tabir ettiğimiz kalın dişler halinde olurdu. Bir sıkmaya bir diş denirdi. Ayrıca, çeşitli ot yemekleri de yapılırdı.Körmen aşı, Pirpirim boranası, yemlik boranası, yarpuz boranası ve kenger boranası gibi. Tamtum aşı, ekşili köfte, körmen aşı, keşkeh, simit köftesi gibi değişik yemek ve çorba çeşitleri bu yöreye özgüdür.Yağlı pekmez, kuymak, kıvrım, oğul balı, Pekmezli bulamaç ve hapsa tatlı çeşitleridir. Yufka ekmek ve bazlama da olmazsa olmaz yiyeceklerdendir.

"Tarhana tartar
karnımı yırtar
Ekşili köfte
Gel beni kurtar"

Şireye gelince; bastık, pestil, cevizli sucuk, kırma, pekmez, teh, ravanda gibi mamüller üzüm ve cevizden yapılırdı. Bu ürünlerin genel adı şire diye tabir edilir. Bu geleneğin başlatıcıları Fakılar sülalesidir. Bu sülalenin dışındakiler bu ürünlerin yapımını Fakılar’dan öğrenmişlerdir.Bu işlemlerin yapımında, zembil, kazan, farç(Üzüm tepeleme havuzu), beyaz toprak, bez, iğne, iplik gibi materyaller kullanılırdı. Bunlardan en önemli gelenek ise masere geleneği idi. Bu maserelerde pekmez yapılırdı. Masere nedir? Her maserede yedi ile sekiz arası farç olur. Bu farçlar taş duvardan veya büyük dört tane tandır denilen taşlardan meydana gelir. Bir metre ile iki metre karelik çukurlardır. Farçın önünde tahtadan yapılmış özel şerbet salları olur. Masere bir büyük bir küçük iki teşt ve iki ocaktan meydana gelir. Gelen üzümler farçta tepelenir. Şerbeti sallara akar. Ocak yuvarlak ve derin bir kuyu halindedir, buna cehennem kuyusu da denir. Kuyunun etrafı ateş’e dayanıklı kiremit tuğla taşları ve kireç ile örülür. Ocağın pekmez kaynayan ve tortluk denilen bölümü cehennemlik den geçen küçük bir delik tortluğa varır. Pekmez kaynatılan bölüm arkası enli önü ince özel hazırlanmış tandırlardır. Döşemede arka kısımları yüksek olmak şartıyla itinalı bir şekilde kenar kenara dizilir. Tandırların ucuna gelen kısmına bakır’dan özel yapılmış derin bir teşt yapıştırılır. Ocak pekmez kaynatılacak hale getirilir. Tortluk denilen yerde biraz daha küçük aynı şekildedir. Ocakta büyük odunlar yakılır. Yıllar önce köyde on tane masere vardı merkezde iki mahallelerinde sekiz tane idi. Şimdiyse Cerit’te maserenin adı bile kalmadı.

Şireden mamül yiyecekler genellikle kış gülerinde yatsıdan sonra çerez niyetine yenirdi. Adı yatsıcalık diye tabir edilirdi.

Ç.Cerit evlerinde eskiden su bulunmazdı her aile içecek suyunu Büyük Pınar'dan götürürdü. Yıllar evvel köyün tarihi büyük pınarı yakınında 150 metre kare büyüklüğünde etrafı taş duvarla çevrili üzeri tahtalarla kapalı çevirme adı verilen bir mekân vardı. Bu mekânda ateş yakarak üç büyük taş üzerinde büyük kazanlarda su ısıtarak kadınlar sırayla bu mekânda haftalık çamaşır yıkarlardı.Buna Don yıkama derlerdi.Sabun deterjan bulunmazdı tenekelerde palıt yani meşe külü kaynatılır sabun ve deterjan yerine kullanılırdı.

Cuma gecelerin evlerin geniş ve ağaçtan olan bacalarından evlere torba sallandırılır ve “ölünüz canı için” diyerek seslenilir ve tarhana, bastık, pestil, sucuk, ceviz gibi yiyecekler bu torbalara konurdu. Bunu genellikle çocuklar yapardı.

 Barınma ve yerleşim kültürü; Evler biribirine yanaşık vaziyette yapılmıştır. Bazen on ev yanyan ve duvar dunvara yapılmıştır. Damlardan birbirine geçilecek şekildedir.Uzun dam denilen yer en az on evin birleştiği damdır. Çağlayancerit'te evler genellikle iki katlıdır. Bunun sebebide alt katlar genellikle ahır olarak kullanıldığı içindir.Evlerin duvarı yarım metre genişliğinde ve  taştandır. Evlerin üstü mertek ve çapkı diye tabir edilen ağaçlarla kapatılır ve en üstüne toprak serilir. Damları yağmur yağdığında loğ ile loğlanır. Bu loğlar taş veya ağaçtan 1 metre buyunda ve yarım metre çapındadır. Loğun iki ucuna ağaçsa ağaçtan iki halka yapılır ve bu haklkalar iple bağlanarak loğun çekilerek dönmesi sağlanmış olur.Bu işleme loğlamak denir. Evlerin duvarları saman karışımı çamurla sıvanır ve kireçle badalanırdı. İkinci katlara ahşap merdivenlerle çıkılırdı. Evlerde banyo, tuvalet ve mutfak olmazdı. Genellikle büyük bir veya  iki odadan ibaretti. Puhara denilen şömine tipi bir ocaklık olurdu. Odunlar birbirine çatılarak ısınma v aydınlatma ve yemek pişirme yapılırdı. Eskiden idare denilen tenekeden yapılmış küçük gazyağı ile yanan ince fitilli aydınlatma aracı kullanılırdı. Bu genelde el feneri niyetine kullanılırdı. Birde camlı gazyağı lambası kullanılırdı. Daha sonraları gazocağı ve lüx denilen araçlar aydınlatma ve yemek pişirmede kullanılmıştır.

Mehmet Bahçe
Mali Müşavir


MADDİ KÜLTÜR VE FOLKLOR RESİMLERİ GELENEKSEL RESİMLER KATEGORİSİNDE

**********************************************************

MANEVİ, ŞİFAİ (SÖZLÜ), SİYASİ,  SOSYAL  KÜLTÜR

Manevi ve sözlü kültür çok zengin ve derinlemesine incelenmesi gereken bir öğedir.

Öncelikle dini kültürden başlarsak, Çağlayancerit geleneksel sünni bir din anlayış ve kültürüne sahiptir. Bozlar kasabasında Alevi bir din anlayış ve kültürü hakimdir. Din ve gelenek karışımı bir dini kültürden bahsedilebilir. Bir takım  hurafe ritüeller Türkler'e özgü haliyle buradada görülür. Eski dünya dinleri tüm dünyda olduğu gibi burada da etkisini gösterir.

Kitaplı dinler olarak kabul edilen dinlerin hiçbiri eski yerel inanışların etkisinden kendilerini arındırabilmiş değil.Dünyanın her yerindeki Hıristiyanlığın ya da Müslümanlığın farklı olmasının en önemli nedenlerinden biri eski inanışların bu dinlere eklenmiş olması.

İslam dinini kabul etmiş Türkler için de bu durum geçerliliğini korumakta.Türklerin inanışlarında bugün bile Şaman (kam) geleneğinin izlerini görmek olası. Müslüman olan Oğuzlar, Dede Korkut öykülerinden anlaşıldığına göre Şaman geleneklerini korumuşlardı. Uzun ömürlü olması, daha önce ölen çocuklar gibi ölmemesi için çocuklara Yasar, Durmuş, Duran,Satılmış, Sati gibi isimlerin konması, türbelere adak adanması, dilek ağaçlarına çaput (bez parçası) bağlanması gibi adetler bu kapsamda değerlendirilir. Şaman inanışları bu gün bir dinden çok bir kült olarak yaşamaktadır.

Çağlayancerit'te Kuran öğretme ve öğrenme kültürü oldukça ileridir. Yetmişli yıllarada Süleymancı diye adlandırılan kişiler burada bir Kur'an kursu açmışlardı. Kuran bu kurslarda öğretilirdi. Sonra imam hatipler açıldı.Ayrıca camide imamlarda bu işi yaparlardı. Kuran ın meali hiçbir zaman okutulmamıştır. Ölülerin ruhuna mezarlıkta, taziye evlerinde, mevlütlerde, düğün törenlerinde ve yemekten sonra aşır denilen Kur'an dan parçalar okunur. İnsanlar sukunet içerisinde bunu dinlerler. Kuranı süsülü kılıflar içerisinde en yüksek yerlere asarlar.

Köyün ileri gelen hocaları hep Fakılardan çıkmıştır. Hoca ve imamlara bağlılık eski insanlarda çok daha fazlaymış.Baskıda diyebiliriz. Pek okuma yazma bilmeyen insanlar hocaların direktifleri doğrultusunda hareket ederlermiş. Kulaktan duyma bilgilerle dinlerini öğrenirlermiş. Din hocaların tekelindeymiş gibi bir anlayış hakimmiş.Yazın sıcağında oruç tutmak zor gelen birisinin orucu gizlice yediğini görenler, neden böyle yaptığını sorduklarında, hoca efendi de ramazanı kışa getirseydi ya diyebilmiş. Oldukça tutucu bir din anlayışı hakimmiş. Kız çocukları bu anlayış sebebiyle okula gönderilmemiş. Saz çalan, türkü söyleyenler tasvip edilmemiş. Radyo ve TV günah sayılmış. Kapalı ve tutucu bir din anlayışı hakimmiş. İlçede bulunan hocalar dünyaya kapalı yaşadıklarından bu kadar bir anlayışla insanlara dini öğretmişler.

Ancak,  insanların dini bilgiye aç oldukları anlaşılıyor. 1950 li yıllarda köye Kayserili Hoca namında  bir hoca Kayseriden gelmiş ve vaazları ile halkı derin bir şekilde etkilemiştir. Yaşlılar hala o hocadan sitayişkar bir şekilde övgüyle bahsederler. Daha onun gibisini görmediklerini söylerler. İnsanları genellikle dinlerine bağlı ve 5 vakit namaz kılarlar. Eskiden tervaih namazları büyük bir coşkuyla kılınırmış. Ramazanda tüfek sıkarak iftar yapılırmış. Kısaca Türkiye mozayiği bir dini yapı.

Ceritte okuyan insanların sayısı eskiden yok denecek kadar azmış. Bilhassa bazı yobaz zihniyet kızların okumasını istememişlerdir.Cumhuriyetle beraber ilkokullarda 3 yıl süre ile eğitim ve öğretim verilmeye başlanmıştır. Ceritte 1960 lı yıllarda birkaç lise bitiren olmuştur.1970 yıllarda birkaç üniversite mezunu vardı. 1972 yılında çağlayancerite ortaokul açılmış ve ilerleyen yıllarda lisede açılmış. Bu gün yüzlerce öğrenci yüksek okullar okumaya başlamıştır. Hemen her dalda üniversite mezunları vardır.

Çağlayanceritte siyasi hareketlilik 1986 da belediyelik olması ile kendini göstermeye başlamıştır.Yönetim daha önceleri muhtarlardaymış. Bazı muhtarların yaptıklarından övgü ile bahsedilir. Bunlar saygın, sözü dinlenir kişilermiş. Birkaç ağalık gibi veya aile üstünlüğü gibi olgu olsada Ceritte pek ağa paşa erki hakim olmamıştır.İnsanların çekindiği ileri gelenler olmuş ama pek kayda değer değildir. Bir çok vakalar köy odalarında çözülür ve sulha kavuşturulurmış. Muhtarlar adaletli ve otoriter kişiler olurmuş. Belediyelik olduğu ilk yıllarda siyasi çalkantılar yaşanmıştır. Partizanlıklar başlamış. İnsanlar iyice politize olmuştur. Kamplaşmalar olmuş. Siyasi gruplar ve bazanda siyasi husumet ve yarışlarda olmuştur. Seçim zamanları oldukça hareketli ve hararetli bir ortam oluşturur.

Sosyal değişim ve toplumsal hareketlilik ulaşım ve iletişim araçlarının devreye girmesi ile başlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kapalı bir toplum olan Cerit ulaşım araçlarının ve yolların açılması ile kendisini dışarıya açmıştır. Düzbağ ve Bozlar kasabaları yurtdışına en çok göç veren kasabalarımızdır.Çalışma ve geçinme imkanlarının darlığı insanlarımızı ister istemez göçe zorlamıştır. Almancı  kavramı böylece doğmuştur. Cerit halkı genellikle çalışmak için yazları ailece Çukurova'ya  bir iki aylık gurbet kuşu olarak giderler. Pamuk çapası ve pamuk toplamak için ırgat olarak  burada çalışırlar. Birçok insan düz işçi olarak Maraş ve çevre illere kısa süreli çalışmaya çıkarlar. Yazın 3-5 ay çalışır kış boyu evlerinde olurlar. Eskiden pek göç vermeyen Cerit şimdilerde her yere göç vermiş durumdadır. Sosoyal yapı yazları dışarda çalışma hareketliliği gösterir. Halkı yoksul ve iş sahası hemen hemen olmayan bir yerdir. Onun için yazları insanlar hep dışarda çalımaya giderler. Temmuz ayı burada adeta düğün ayıdır. Bu ayda Cerit son derece hareketlidir. Her yerde düğünler çalınır. Büyük bir hareketlilik görünür. İlçe olması ile dışardan önmeli sayıda memur ve çalışan gelmeye başlamıştır. Daha önceleri sosoyal yapıda pek rastlanmayan yabancı olgusu artık sıradanlaşmıştır. Eskiden insan ilişkileri geleneksel ve yöresel bir haldeymiş. Elbistan-Afşin gibi yerlere insanlar pekmez, üzüm, şire vs. ürünler götürür karşılığnda buğday, arpa gibi ürünlerle dönerlermiş. İnsanlar bu ürünleri ortaklaşa paylaşırlarmış. Kimse kimseden birşey saklamazmış.Toplumsal bir paylaşım hakimken bu güzel yapı yıkılmış ve birey ve birey menfeati yerini almıştır.

Çağlayancerit şifai(sözlü) bir kültüre elbette sahiptir. Ünü ilçe sınırlarını aşan halk ozanlarımız vardır. Bunların en ünlüsü elbette Aşık Ali Ataş'tır. Yazdığı şiirleri ile, çaldığı sazı ile haklı bir üne ve yere sahiptir. Yazdığı dizeleri ve başkaca sanatsal ve teknolojik çalışmaları ile çok üretken bir ozandır.  Bozlar kasabamızdan Kul Ahmet, ünü ülkeye yayılmış başka bir ozanımızdır.  Çok eskiye dayanan bir şifai kültürümüz maalesf tesbit edilmiş değildir. Belkide yoktur. Buda toplumun dini ve manevi anlayışındaki yanlışlıklardan kaynaklanmaktadır. Aşık Ali Ataş'ın bu yolda kat ettiği mesafe çok zor ve çileli olmuştur. Yüreğinden dış dünyamıza akseden ince duyguları hoş bir seda olarak hep yankılanacaktır. İlçemiz ve ülkemiz adına kültürel katkısı ile bir abide olarak yaşaycaktır.

İsmi belli olmayan bazı söz ustaları da halkımız arasında zaman zaman yaşamıştır. Ne kadar tutucu ve baskıcı olunursa olunsun,  kimi insanlar ince bir uslupla, olayları, aşkı, sevgiyi, dizelerle anlatmışlardır.Kimi zaman aşk, kimi zaman övgü, kimi zaman ağıt, kimi zaman taşlama şeklinde sözlerini mısralara dökmüşlerdir. Genellikle acı bir olay karşısında eskiden destan denilen bir kağıda olay yazılırdı. Yazan olayı yanık sesi ile hem söyler hemde destanından bir miktar para kazanırdı. Olay öylesine muştulu bir şekilde anlatılırdı ki etkilenmemek mümkün değildi. Bir de aşk ve kahramanlık olayları, kimin söylediği belli olmayan dizelere dökülür ve ağızdan ağıza söylenirdi. Anonim dediğimiz bu şiirler türkü geleneğimizin en sağlam temelleridir. Mesela düzbağ kasabamızda söylenen ve tüm ülkemize mal olmuş Allı Zeynep Türküleri gibi. Hadise şudur; Helete'de Kurt Hasan Ahmed, Alli Zeyneb'e aşıktır. Babasından köyde ki câri usuller çerçevesinde Alli Zeyneb'i ister. Kızın babasi bu talebi reddeder. Babasi, kızı Allı Zeyneb'i köyde Kartların Hüseyin adında baska birisine verir. Tabi olay bu kadar kısa cümlelerle anlatılacak kadar basit değil. İşte meşhur Allı Zeynep türküleri bu redd-i talebin sonucu olarak doğar.


Allı Zeynep üzerine yakılan türkülerden tesbit edilen bazı kıtalar şöyle;

Yalangoz deresi ılıcak akar
Zeynebim oturmusş yollara bakar
Kart Mustafa gelmiş takıntı takar
Zeynebim Zeynebim Allı Zeynebim
Yedi köy içinde belli Zeynebim
Sıracada gördüm sırtında da tuluk
Gözünden akıyo sâki (sanki) bir oluk
Zeynebim Zeynebim Alli Zeynebim
Yedi köy içinde belli Zeynebim

Guruya da su yalan deresi
Salını salını suya gelesi
Anası Emine de mındar ölesi
Zeynebim Zeynebim Alli Zeynebim
Yedi köy içinde belli Zeynebim

Bunun gibi adı sanı belli olmayan nice türküler söylenmiştir. Türkülerimiz bir açık mektuptur adeta. K.Maraş'ta, Urfa'da G.Antep'te doğar söylenir. Ankara'da, Adana'da dinlenir, sevilir, okunur bu açık mektuplar.Türkülerimiz özümüzdür, ruh yansımamızdır. Manevi gıdalarımızdır.

Adı sanı belli olan kültürel hayatımızın gönül insanları ozanlarımızdan özellikle bahsetmek vefa borcumuzdur. İşte kısaca onlar ve çalışmalarıından örnekler.

ÇAĞLAYANCERİT'TE BİR OZAN; AŞIK ALİ




Bir fener alda eline
Vur karanlığın beline
Bak şu köyün ozanına
Hoş mu dur hoş değimlidir?



    İlçemizin medarı iftiharı, Ozan, şair, sanatçı abimiz, mahlası ile Aşık Ali, ismiyle Ali Ataş hakkında bir şeyler söylemek çoktandır aklımdaydı. Çocukluğumdan beri onu tanır uzaktan icraatlarını takip eder hayran kalırdım. Belki kendisi bunu bilmiyordu. Benim gibi bir çok gizli takipçisi de vardır veya olmuştur. 1970 yıllarda kapalı bir yer olan köyümüzde her yenilik, her farklı şey herkes gibi benimde dikkatimi çeker ve ilgiyle takip ederdim. Bu yenilik öncülerinden biride şüphesiz Ali Ataş’tı. Ben onu bazen fotoğrafçı, bazen elektronikçi, bazen şair, bazen ozan olarak görürdüm. Yaptıkları hoşuma giderdi. Biz ilkokuldayken bizim vesikalıkları o çekerdi. Fotoğraf çekmek o zamanlar çok ilgi uyandırırdı. İnsanların hoşuna giden bir olaydı. Kendi icat ettiği radyoları satardı. Kabinini ağaçtan yapardı ve çokta şık olurdu. Ben biraz elektroniğe meraklı biriyimdir. Bir keresinde Ali abiden bir radyo almıştım. Meraktan kurcalaya kurcalaya bozmuştum. Bir de, daha özel radyolar yokken bir radyo vericisi yapmış ve radyo yayınlarını kısa dalgadan Çağlayancerit halkına dinlettirmişti. Şimdi düşünüyorum da o zamanda bu kafa, bu zeka müthiş bir şey anlayana. Tabi zaman geçti özel radyolar başladı. Ben bir ara “Ali abi senin şu bir radyo vericin vardı ne oldu” diye yanına gidip sormuştum. O da duruyor demişti ve o vericiyi istedim, al senin olsun dedi. Bende aldım ve onu Adana’ya götürdüm. Bir süre uğraştım sonrada nasıl olduysa kaybettim. Bütün bunları niye anlatıyorum. Tabi ki hem bir anı hem Ali abi gibi bir değerin kıymetinin bilinmesini istiyorum.

  Ali abi çok yönlü çalışkan ve zeki bir insandır. Gönül dostu bir ozandır. Gönülleri coşturan bir şairdir. Bir sevgi ve muhabbet adamıdır. Karanlığa ışık tutan bir siraçtır. Reformisttir. Milletini ve memleketini seven bir milliyetçidir. Doğru adamdır. Çağlayancerit aşığı biridir. Bir çok yenilikte öncüdür. İnsanlar ondan ışık almışlardır. Ali abi okuma yeteneği olan birisi olmasına rağmen ilkokuldan sonra yoksulluk ve okumanın anlamını bilmeyenlerin ilgisizliği nedeniyle okuyamamıştır. Kitap okumayı seven biri olduğunu söylüyor. Hatta babasının kitaplarını yırttığını anlatır. Yüksek okul okumasa da kendisini geliştirmiş bir insandır. Elini hangi işe atsa gericilik, cahillik, yobazlık karşısına çıkmıştır.

  Destekçisi olmamıştır. Hep kösteklenmiştir. Ama o sağlam iradeyle kimse baş edememiştir. O yapacağını bütün olumsuzluklara rağmen yapmıştır. Geriliğin ve gericiliğin hüküm sürdüğü bir devirde, o durmamış ve ilerlemiştir. Yoksulluk ve “eli baltalı” bir babaya rağmen, Çocukluğunda, zaman zaman kendi ürettiği çamurdan radyo, tahtadan araba ,bisiklet, su değirmeni, rüzgardan elektrik üretme, saz yapma gibi icatlar onun geleceğine dair ip uçları veriyordu. Bu minyatür çalışmalarını büyüyünce bir bir gerçekleştirmiştir. Cerit halkı için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bu işlerden bir menfaat sağlamamıştır. Onun menfaati gönüllerde yaşamak olmuştur. Soyadındaki ikinci a harfinin soyadını kaba yaptığı gerekçesi ile onu e harfi yapıp nufus cüzdanından değiştirecek kadar kibar ve zekidir. Bakın onun ne kadar bitmeyen kuvvetli bir irade ve karakter, olağanüstü bir bilgi, bitmez tükenmez enerji, müthiş bir cesaret sahibi olduğunu anlayacaksınız. Biliyorsunuz günümüz bilgi, teknoloji ve iletişim çağıdır. Bilgisayar ve internet günümüzün vazgeçilmezleri arasındadır. Onun yaşındaki bir çok insan bilgisayar desen ne sayıyor der, internet desen ismini telaffuz edemez, hele hele internet sitesi desen hiçbir şey anlamazken O bilgisayarı öğrenmiş, internet sitesi kurmuş ve yönetiyor. http://www.atasali.de/ adındaki site ile Çağlayancerit’i herkese tanıtıyor. Haberler yayınlıyor. Çağlayancerit hakkında çok kapsamlı bilgiler vriyor. Faydalı yazılar yayınlanıyor. Bu site sayesinde Çağlayancerit dışında olanlar, olaylar hakkında hemen bilgi sahibi oluyor. Bu Cerit için önemli bir işlevdir. Kendisine teşekkür ediyoruz. Şimdi, ilçemiz için bu değerin kıymetini bilmemiz gerekiyor.

  O bir ozandır. O bir şairdir. O bir Sanat icracısıdır. Sanat ise var olandan kaçıştır. Olayların ve hayatın öteki yüzünü, olmayanını sunar size. Var olan zaten vardır. Arayışın bir nebze bulma hissedilişidir sanat. Kimse aradığını bulamamıştır. Sanat insanı bir nebze tatmin eder burada.İşte sanatçı bunu yapar. Şiiriyle büyüler, sazı ve sözü ile sizi başka dünyalara götürür. Kendisinin “ifadesiyle çektiğim cefalara rağmen bugün her şeyimi babama borçluyum, babam sazımı kırmasa belki evimden, köyümden çıkmazdım hayatın zorluklarını çilelerini yaşamasını bilmezdim. Ve şiirler yazmazdım.” Bütün mesele durmamaktır. Hayat dinamizmi gerektirir. Hayat bir hicrettir. Bir yerde çakılıp kalanlar hiçbir yere varamamıştır. Bu gün dünyanın süper gücü ABD yi yaratanlar Avrupadan gidenlerdir. Ozanımızda bir gurbet yaşamasaydı belki bu durumda olmazdı. Ama Ozanımızın istidadı vardı. O köyünden çıkmasa da farklı bir kulvarda yine yapacağını yapardı. Evet gönülde aşk ve serde cefa olmasaydı ozan olabilirimiydi? İnsanı pişiren, olgunlaştıran insanın çektiği sıkıntı, çile, ızdırap, hasretlik, yokluk gibi kötü sandığımız olgulardır. Ozan çilekeştir. Ozan yüksek dağlar gibi başı dumanlı, gönlü ummanlar gibi engin, zihni berrak, mert ve delikanlıdır. Bir pula satmaz kendini, eğilmez haksızlık karşısında, özü ve sözü birdir. Kendisiyle barışıktır. Kendi benliğine ihanet etmez. Halkıyla hemhaldır. Fazla konuşmaz, fazla söze gerek yok dedirten birkaç mısra ile anlatır meramını. Mısralarında, şikayet, aşk ve sevgi, ağıt, beddua, taşlama, uyarı ve öğüt, eleştiri, haksızlığa isyan, hak edene bir çift söz vardır. Ezberini bozar ezbere konuşanların. Ozan olmanın bütün özelliklerini taşır.

Şimdi onun ozanlığından birkaç örnek şiiriyle yazımıza son verelim.

Çağlayancerit’i en lirik şiirleri ile yorumlar. Bir şikayetini şöyle anlatır bir kıtada.

Yürüyen yolcuya dur diyemedim
Sen ayak uydurup yürüyemedin
Birçokların ikna eyleyemedim
İnsanları boşa yeler Ceridin.

Cerit’in makus kaderinden şikayetçidir. Şöyle anlatır.

Tarihlerden beri böyle
Ceritli’nin kaderi bu
Hiçbir farkı yok ki köyle
Bu milletin kaderi bu

Bütün çabalarına rağmen geri kalmışlık kaderinden kurtulamayan cerit için kırgın, umutsuz ve küsküdür.

Tembellerle vakit geçirip durdun
Biz perişan olduk sen seni yordun.
Yenilikte hep öncüyüm diyordun
Yalan sözlerine kırgınım Cerit.

Sevdalısı yanında yok diye Azrail’e can vermeyecek kadar sevdalıdır. Bir sevda bundan daha güzel anlatılamaz.

Azrail canımı almaya gelmiş
Yoksun diye ölemedim nazlı yar
Karlı kışlı dağlar kesti yolumu
Engel oldu gelemedim nazlı yar

Belli ki birileri mal servet sahibi olunca kendisini bir şey beller. Onlara da bir çift sözü var ozanın.

Gezdin Çukurova’larda
Su taşırdın kovalarla
Şimdi ağzın havalarda
Zengin oldum bire yavrum.

Bir beddua edişi var ki bu bedduadan sonra beddua alan asla iflah olmaz.

Dilerim evine matemler dolsun
Bağında açmasın gülleri solsun
Ayağı kırılsın gözü kör olsun
Bizim şeftaliyi çalan hırsızın.

Muhsin Yazıcıoğlu’na Ağıtından bir kıta

Keş dağına düştü enkaz
Üç gün kaldı orada en az
Üşüyordun hava ayaz
Yaktın bizi Muhsin başkan

Doğa sevgisi bir kıtada özetlenir.

Engizek’te rüzgar eser
Gürler Çağlayancerit’te
Odun için ağaç keser
Körler Çağlayancerit’te

Yukarıda örneğini verdiğim şiirlerden yüzlerce var. Hepside çok anlamlı ve edebi değeri olan şiirlerdir. Çok şey bu mısralara dökülmüş. Eline, yüreğine sağlık abi. Burada bu ozanımızın hakkını bir nebzecik teslim etme adına eli kalem tutan biri olarak bu yazıyı yazdım. Ali abi hakkında çok şey anlattım diyemem ama dağınık ifadelerle de olsa onun adına bir şeyler yazılması ve söylenmesi gerekirdi. O, Takdire şayan bir şahsiyettir. Bu kültür abidesi insan Çağlayancerit ve ülkemiz adına her zaman medarı iftiharımız olarak yaşayacaktır. Kendisine uzun ömürler diliyorum.

Mehmet Bahçe
Mali Müşavir
Adana
mbahce46@hotmail.com


******************************

AŞIK ALİ ATAŞ'dan

Özledim

Karlı kışlı fırtınalı dağların
Havasını rüzgarını özledim
Kevenler söktüğüm büyük yaylanın
Gürül gürül akan suyun özledim

Suyunu çok içtik büyük pınarın
Sel alırdı derelerin kenarın
Kızan deredeki koca çınarın
Dallarında kozalağın özledim

Katırlara yükler idik yükleri
Hedef yoktu hep yürürdük ileri
Çalı çırpı tepelerdik bükleri
Çam salıyı cüceleri özledim

Kuşluk vakti pamukluyu geçerdik
Galife emminin yemeğin yerdik
Sazlı pınarda durur bir su içerdik
Devrendimi kara ardıcı özledim

Oturup beklerdi yolda yorulan
Kavlakları geçince uşak kırılan
Kurşun Osman varıdı bize darılan
Yalancıları manoğlanı özledim

Karahasanlarda çalardım sazı
Dondururdu kabak tepenin ayazı
Biraz zor geçerdik o dar boğazı
Vırıtları biçmoluğu özledim

Erik yaylasına bostan ekerdik
Patatesi soğanı erken sökerdik
Koyunları kırkar çıkrık bükerdik
Beyaz peynir tere yağın özledim

Kösnülünün kokusu var serimde
Yakıyor bağrımı yanar derinde
Menekşe yetişir bahçelerinde
Kuz geçe yi ev kozunu özledim
Petrolü geçince kara firezi
Hanifoğluna göç eylemiş birazı
Gücük yalan kozun aşı kirazı
Akderenin havucunu özledim

Balalılar gavızlara bir umut
Arkbaşı halavun komşu kara tut
Orada yetişir meşe palamut
Erinciyi su çıkanı özledim

Küçükcerit köyün gezdim bir ara
Mercen kızıl seki ayaralar sara
Peygamber ağalı derlerdi ora
Karacaları mamoları özledim

Tatar hocam evel muska yazardı
Kasım ali emmi buna kızardı
Dede ali tepesiyle yer kazardı
Ben aksuy’un alabalığın özledim

Şu oruçpınar beşenli boylu
Bayırlı köyünün güzeli soylu
Abbasiye başpınar eskiden huylu
İnekliyi azaplıyı özledim

Epey kalabalık o baş dervişli
Kahramanmaraş’ın yiğidi güçlü
Önce hombur idi adı değişti
Kale ile kırk gözü’mü özledim

Ayran pınarına çadır kurardık
Soğuktan üşürdük ataş yakardık
Acılı turşulu pilav yapardık
Lezzetini kokusunu özledim

Haberdar etmedi azzıkcıları
Poccu oğlu satın aldı gubarı
Miliyanlı başpınarı bozları
Söğütlüyü sakar kayayı özledim

Bölük damlar bir birine bakıyor
Göynüğün sebzesin güneş yakıyor
Dört mevsimde gürül gürül akıyor
Değirmen gözünün suyun özledim

Düz yere kurulmuş Zeynep uşağı
Unutmak olurmu komşu düzbağı
Kazıklıya bitişik şu öksüz dağı
Enişini yokuşunu özledim

Evvelden cerite kar çok yağardı
Kuzdan alıp güneylere yığardı
Deli balta koyun keçi sağardı
Yoğurdunu kaymağını özledim.

Otlu burun eriklide açardı çiçek
Ormanı yok olmuş hani engizek
Zorkun harap olmuş söze ne gerek
Tıraşları topal aliyi özledim

Kör kuyuda vırıtların yurdunu
Kovalardık sakcalının kurdunu
Çadır yerin şu mazağın ardını
Aptalları ayranpınarın özledim



Sazlı pınar damla damla akarken
Her yanında sarı çiçek kokarken
Zorkun coşup etrafını yıkarken
Derelerin gürültüsün özledim.

Yağmur yağar evlerimiz akardı
Deli poyraz etrafını yıkardı
Kışın süyüklerden buzlar sarkardı
Damla damla akışını özledim

Kışın soğuk olur çekilmez nazı
Yazın çok hoş olur ceridin yazı
Durmaz ekmek yapar gelini kızı
Yuka ekmeğin bazlamasın özledim

Yalan dünya bir bir yedin sağları
Issız kalmış su çıkanın dağları
Birden batmış o güney’in bağları
Pekmezini şerbetini özledim

Düşündükçe tazelendi yaralar
Çam salıda ötüşürdü kargalar
Heder olmuş hopurdaki tarlalar
Buğdayını başağını özledim

Hayalimden geldi geçti yöreler
Kayıp olmuş bizim eski töreler
Hiç geçit vermezdi ulu dereler
Boz bulanık akan selin özledim

Sen Aşık Ali’yi usanır sanma
Beni meth edene sen hiç inanma
Zamanım var idi yazardım amma
Kağıt bitti kalemimi özledim

http://www.atasali.de/

--------------------------------------------------------------       
                           KUL AHMET
1932-1997. Çağlayancerit’ın Bozlar köyünde doğdu. Asıl adı Ahmet Kartalkanat’tır. Çocukluğundan itibaren yöresindeki aşıkları dinleyerek geleneğini öğrendi. 12 yaşında bağlamaya merak sarmaya başladı. Yaklaşık aynı dönemlerde köyüne gelen Aşık Veysel’den ilk bağlama dersini aldı.

İlk dönemde yalnızca usta malı türküler söyledi. Sonraki yıllarda bir pınar başında uyurken rüyasında gördüğü Mihri Melek adlı kıza aşık oldu. Bade içmek yerine kızın verdiği elmayı yiyen Kul Ahmet o günden sonra kendi türkülerini söylemeye başladı.

Bir süre göçer bir toplulukla dolaştı. Onlara Erzincanlı olduğunu ve garip kişi olduğunu söylediğinden, yörede Garip adıyla tanınır. Şiirlerinde zaman zaman kullandığı Garip Kul Ahmet mahlası da bu dönemden kalmadır.

Şükrü Elçin tarafından hazırlanan »Kul Ahmet ve Zeynep Şah« ve Aşık Veysel’le birlikte hazırladığı »Güzel Anadolum« (1973) ve »Dünyanın Sesi« (1978) adlı kitapları yayımlanan Kul Ahmet, türkülerinde sevgi ve hoşgörüyü işledi.

Ankara’da öldü ve orada toprağa verildi.

Dinle


KUL AHMET

Seher Yeli

Seher yeli nazlı yare
Bildir beni bildir beni
Düşmüşüm elden ayaktan
Kaldır beni kaldır beni

Söyle güzeller şahına,
Yüz süreydim dergahına
Zehir olan kadehine
Doldur beni doldur beni

Kul Ahmed'im gönül versem
Bağrında gülünü dersem
Senden gayrı yar seversem
Öldür beni öldür beni

Aşık Kul Ahmet

Sevdiğim'le malımızı bölüştük.
Halı ona düştü, çul bana düştü,
Şu senin, bu benim derken anlaştık
Kervan ona düştü, yol bana düştü

Tenim çıplak oldu, güneşte yandı,
Kendisi de al yeşile boyandı
Sıra geldi büyük mala dayandı
Dağlar ona düştü, çöl bana düştü.

Beni üryan etti, saldı çöllere,
Kendisi benzedi gonca güllere
Karayı bitirdik, döndük sulara,
Derya ona düştü, sel bana düştü.

Kul Ahmed'im güzel didara baktık
Ay ile Güneşi ona bıraktık,
Gayri yer yeryüzünden göklere çıktık,
ALLAH ona düştü, KUL bana düştü,
*

Dedi Ki Yoh Yoh

Dedim kaşın Zülfikar mı (Dedi ki yay)
Dedim cemalin güzel (Dedi ki ay)
Dedim seni seviyorum (Dedi ki vay)
Dedim bende gözlün var mı (Dedi ki yoh yoh)
(Söyledi yoh yoh)

Dedim senin işin nedir (Dedi seyran)
Dedim sen de sevda mı var (Dedi püryan)
Dedim senin neyin vardır (Dedi üryan)
Dedim senin malın var mı (Dedi ki yoh yoh)
(Söyledi yoh yoh)

Dedim senin koynun nedir (Dedi cennet)
Dedim beni sever misin (Dedi elbet)
Dedim senin yarim kimdir (Dedi Kul Ahmet)
Dedim başka yarin var mı (Dedi ki yoh yoh)
(Söyledi yoh yoh)

Kul Ahmet-Pazarcık
Belgeseli için:
http://www.youtube.com/watch?v=RAjQR4U5gE0&feature=related

KUL AHMET'in ÇEKETİ

tanrı bütün kullara rızkını dağıtırken
kimi sırtüstü yatar kimi boşta gezerken
kul ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi
kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti
o mahallede herkes gömlek giyerdi
bizim kul ahmet bir gün bir ceket diktirdi
diktirir ya mahalleye dert oldu
kul ahmet'in ceketi

kul ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi
kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti
herkes gömlek giyerken ahmet ceket giyerdi
konu komşuya dert oldu kul ahmet'in ceketi

mahalleli kahvede muhabbet peşindeyken
leylekler lak lak edip peynir gemisi yüklerken
kul ahmet erken yatar sabaha ya kısmet derdi
kimseler anlamazdı ya kısmet ne demekti
herkes gömlek giyedursun
bizim kul ahmet ceketini
birde astarla kapatıverdi
kapatır ya mahalleye dert oldu kul ahmet'in ceketi

kul ahmet erken kalkar haydi ya kısmet derdi
kimseler anlamazdı ya kısmet ne demekti
herkes gömlek giyerken ahmet ceket giyerdi
konu komsuya dert oldu kul ahmet'in ceketi

bir gün bir yoksul öldü
üzüldü mahalleli ama
bir kefen parası bulamadı
mahalleli kul ahmet dedi
dedi yalan dünya cikardı
ceketini örttü garibin üstüne
kaldırdı cenazeyi sonunda
herkes anladı ya nasip ya kısmeti

bizim kul ahmet oluverdi birden ahmet bey
ceketse ahmet beyin ceketi
ibret-i alem oldu ahmet beyin ceketi
sonunda herkes anladi ya nasip ya kısmeti
ibret-i alem oldu ahmet beyin ceketi
meğerse tüm keramet ceketteymiş
be ahmet barış'a sorar isen sen bu yolda devam
et sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti

**********************************************

ÇAĞLAYANCERİT AĞIZI

Çağlayancerit ve yöresine özgü kullandığı kelimeler, deyimler, atasözleri vardır. Bunlara birkaç örnek verelim.

Kullanılan kelimeler:
Artmak, Atlambaç, Ağartı, Arısili, Bastık, Baran, Banak, Bayak, Bibi, Bizir, Bıldır, Bük, Buğanak, Cakkavı Cangama, Goz, Cılgı, Dıccıl, Çalkama, Çarkıt, Çeralası, Çıpkı, Çirtik, Çor, Çüklük, Duna, Devlisi gün, Dışlığımgelmiyor, Dikeç, Dirgen, Ede, Ebabila, Evraaç, Ehliz, Essahmı, Esik, Farç, Gali, Garık, Gamga Gullap, Gucaklık, Gulaasma, Gubar, Guzlacı, Geliç, Gölük, Göbelek, Hatırıp, Hılt oldum, Horanta, Helik, Hetif,  Ihtı, İzar, İtibunnu, İsnehan, Karsambaç, Kav, Kâh, Kebe, Kepcik, Köm, Kutnu, Kum kumu, Loğ, Mahrama ,Maspispis, Malama, Mehezsiz, Mırık, Mıırtlaç, Mırs, Nişe, Omça, Oklaaç, Ötan Palıt Payam, Picik, Pürçüklü, Pöhrek, Safralık, Sarat, Serpene, Süyük, Şapta, Şıkırdım, Tavatır, Tiyek, Tuhlum Uflak, Urtmek, Yannık,Yalkı,Yelikti, Zomp.

Mutfaktan uflak'ı versene alma soyucum.
Eşşeğe fazla yük yükledim, hayvan yelikti.
Hava çok soğuktu, ıhtı bir yer aradım.
Kucaklıktan bir sahan tarhana aldım.
Tiyekleri serpeneye sardım.
Bir salkımdan bir hetif yiyemedim.
Yorgunluktan hılt oldum.
Bir sahan yoğurdu arisili yedim.
Bu ağaçtan güzel zomp olur.
Evin önüne bir şapta uzattım.
Tam 6 baş horantayım.
Bıldır yine geldidin.
İşler bozuk gulasma.
Kafam ağrıdı fazla cangama etme.
Eskiden izar giyen daha çoktu.
Sizin gölüğü versende odun getirsem.
Kediye maspis pis yaptım ama kaçtı.
Çok mırs bir adam kimseye bişey vermez.

Atasözü ve deyimlerden örnekler
Aslı hu nesli hu, At eşeğin artığını yemez. Abdesti daralmak.Aha sana bir kaya.Canı öksüzdağından kar istiyor.Cıcığı gevşedi.Cılkı çıkmak.Çapanoğlu’nun abdest suyu.Dabanıyınaltını öpüyüm.Dişi kitlenmek.,Donu düşük.Karakeçiyi gören içi dolu yağ sanır.Sıdkım sıyrıldı.
Kızı görünce cıcığın gevşedi.
Bu işin cılkını çıkarrtın yeter.
Korkudan dişi kitlendi.
Senden artık bişey beklemiyorum, sıtkım sıyrıldı.

Yukarıda bahsettiğimiz kelimeleri Ozanımız Aşık Ali Ateş mısralara dökmüş ve anlamlarını bir bir vermiş. Muhteşem bir anlatımla buyurun okuyun.

DERLER ÇAĞLAYANCERİTTTE

 Engizek’te rüzgâr eser
 Gürler Çağlayancerit’te
 Odun için ağaç keser
 Körler Çağlayancerit’te
   
 Bir biriyle yarışırlar
 Küsü tutmaz barışırlar
 Çukurova’da çalışırlar
 Yerler Çağlayancerit’te

 Halamıza bibi Derik
 Küçük tepelere gedik
 Buğday pişiğine hedik
 Derler Çağlayancerit’te
   
 Götür demeye ise taşı
 Argın kenarına gaşı
 Ekşili pilava tamtum aşı
 Derler Çağlayancerit’te

 Eskimiş nesneye aşındı
 Göçüp gidene taşındı
 Alerjinin adına kaşıntı
 Derler Çağlayancerit’te

 Kalın tahtalara dıccıl
 Yavaş yürüyene kımıl
 Kıl ipten yapılana çul
 Derler Çağlayancerit’te

 Ev eşyası pır pırıntı
 Çalıya çırpıya kırıntı
 Terzi makasına sındı
 Derler Çağlayancerit’te

 Derin çukurlara esik
 Benzi sarılara kesik
 Kedi’nin adına püsük
 Derler Çağlayancerit’te

 Nişanlıya başı bağlı
 Çileli adamlara yağlı
 Ham çarık giyene dağlı
 Derler Çağlayancerit’te

 Yaşlı ninelere ebe
 Büyük Abi’lere ede
 Ceketin kalınına kebe
 Derler Çağlayancerit’te

 Mantarın adı göbelek 
 Paylaşmanın adı bölek
 Kollu atletlere köynek
 Derler Çağlayancerit’te
  
 Terzi kırpıntısına çaput
 Kebenin büyüğüne kaput
 Çok zayıf olana tabut
 Derler Çağlayancerit’te

 Yaraya sürülene em
 Çayırlık alanlara çem
 Buğday sapın ezene gem
 Derler Çağlayancerit’te 

 Boyu devrilsin herifin
 Bedduası bu tarifin
 Tavuk cücüğüne celfin
 Derler Çağlayancerit’te

 Eşe Fadıma Hacca Fatık
 Erken uyuyana yatık
 Ayranın adına katık
 Derler Çağlayancerit’te

 Ağır yürüyene yavaş
 Yaklaşmanın adı kamaş
 Bulgur pilavına kuru aş
 Derler Çağlayancerit’te

Azmin adı bizde amaç
Kurnaz insanlara anaç
Karşı ki tepe’ye yamaç
Derler Çağlayancerit’te

Biliyorum demek billim
Hoş konuşana tatlı dillim
Evin merdivenine süllüm
Derler Çağlayancerit’te 

Onluk çivi’nin adına mık
Çuvaldızın adına kıyık
Geveze insanlara sıyrık
Derler Çağlayancerit’te

Çabuk ol demeye tez git
Yavşağın iri’sine bit
Bulgurun ufağına sümüt
Derler Çağlayancerit’te

Taze kengerlere suluk
İstirahatın adı soluk
Dam’ın kenarına duluk
Derler Çağlayancerit’te 

Gurbet gezene sılacı
Karın ağrısına sancı
Büyük ablalara bacı
Derler Çağlayancerit’te

Kalleşliğin adı puşluk
Eğlencenin adı dışlık
Öğleden önceye kuşluk
Derler Çağlayancerit’te

Ceviz’in kabuğuna ger
Marifetin adı  hüner
Fitilli lambaya fener
Derler Çağlayancerit’te

Sözünden cayana dönük
Yumuşak toprağa höllük
Katır’a Eşşeğe gölük
Derler Çağlayancerit’te

Git demeye biraz öte 
Baraj deniyor gölet’e
Düzbağ’ın adına Helete
Derler Çağlayancerit’te

Bir kaç eve bizde oymak
İşitmeye ise duymak
Beceriksizlere baymak
Derler Çağlayancerit’te

Sığır sürüsüne nahır
Nahırın yattığı yere ahır
Küsmenin adına kahır
Derler Çağlayancerit’te

Beri bak demeye icik
Serçenin adına cücük
İnek, yavrusuna picik
Derler Çağlayancerit’te

Düğünde oynarız tura
İple döveriz vura, vura
Saz’ın adına damdıra
Derler Çağlayancerit’te

Çetin odunlara sınnap
Urgan ipliğine kınnap
Kapı menteşesine kullap
Derler Çağlayancerit’te 

Uzaktan çağırırken hey!
Anlaşılmayana ise ney!
Unutulan nesneye şey!
Derler Çağlayancerit’te

Rüzgârlı yağmura tipi
Kibrinin adına kirpi
Kurumuş dal’a çalı çirpi
Derler Çağlayancerit’te

Üzüm sepetine gufa
Unun elentisine ufra
Yemek masasına sufra
Derler Çağlayancerit’te

Sen ben demeye siz biz
Ayağın bastığı yere iz
İş bilmeyene beceriksiz
Derler Çağlayancerit’te

Ilık esen rüzgâra sam
Üzüntünün adına gam
Ahşap yapılı evlere dam 
Derler Çağlayancerit’te

Ayıklamanın adı seçmek
Cambazlık edene köçek
Külot’un adına könçek
Derler Çağlayancerit’te

Şüphenin adına güman
Kes’in ufağına saman
Könçeğin adına tuman
Derler Çağlayancerit’te

Büyük kaşıklara çomça
Dalsız budaksıza omça
Yaşlı dedelere amca
Derler Çağlayancerit’te

Kurnaz adamlara tülek
İsteğin adına  dilek
Kar yığıntısına silek
Derler Çağlayancerit’te  

Yere dökülene sergen
Harman aletine dirgen
Evlenmemişlere ergen
Derler Çağlayancerit’te

Su birikintisine göl
Bataklık olan yere çöl
Oğlan çocuklarına döl
Derler Çağlayancerit’te

Bir liranın adı  kayma
Tek çuval yüküne yayma
Çalıdan yapılana hayma
Derler Çağlayancerit’te  

Al götür demeye elet
Yiğit olanlara çelet
Densiz çocuklara velet
Derler Çağlayancerit’te

Menfaatin adı çıkar
Çat pat konuşana sakar
Kirli dolaşana kokar
Derler Çağlayancerit’te

Taze tarhanaya firik
Topucun irisine külük
Eşek sıpasına kürük
Derler Çağlayancerit’te

Karışık işe eciş meciş
Üç aylık keçiye çebiş
Korkak diyen halt eylemiş
Erler Çağlayancerit’te

Günahlıya çok vebali
Bakımsız araziye hali
Mahlas adıma Âşık Ali
Derler Çağlayancerit’te  

                              
Not: yazıda adı geçen maddi öğelerle ilgili (eski;Gelinlik, çul, çuval, fes(baş), halı, klim, gazocağı, puhara ocak, gaz lambası, aba, heybe, azık torbası, masere, teş, farç gibi) Fotoğraflar bize göndererek katkı sağlayabilirsiniz. Bize bu öğeleri gönderenlerin isimleri ile yayınlayacağız.